Kötülüğe benzemeyen kötülükler

Kimse bana gücenmesin, bu toplumun insanı düşünmeyi sevmiyor ve bilmiyor. Düşünmeyi sevmediğini bilse de düşünmeyi bilmediğini bilmiyor. Bu yüzden kötü koşullarda yaşıyor. Verimli toprakların üzerinde yarı aç yarı tok züğürt yaşamı sürdürmekten de yakınmıyor. Güçlükleri hep birlikte göğüsleyeceğiz diyenlere kanıyor. Pekiyi, siz şu haberden ne anlıyorsunuz: “İktisadi bunalımla birlikte lüks otomobil satışları patladı.” Bencillik doğadan getirdiğimiz ve aşmaya çalıştığımız bir özelliğimizdir, epeyce de aşmışızdır. Ancak gün oluyor, toplumsal yaşam tümüyle bencilliklerin at koşturduğu bir alana dönüşüyor. İnsanlık düşünmeyi öğrendiği ölçüde bencilliklerinden sıyrılması gerektiğini de öğrendi, bencilliklerinden tam sıyrılmasa da.

Hiç değilse bugün birileri için üzülebilen insanlar var, bunlar sağda solda tepkilerini ortaya koyabiliyorlar. Ama gerçek anlamda insan olabilmek için daha çok yol almamız gerekiyor. Bu yalnız bizim sorunumuz mu? Bütün dünya iyi düşünememenin sıkıntısını yaşıyor. Bunu aşmak için biraz daha insan olmanın koşullarını yaratmamız gerekiyor. O da her şeyden önce iyi düşünebilen insanlar yani bilinçli insanlar olmamızla gerçekleşecek.
O kadar kötü eğitiliyoruz ki o kadar olur. Bizi hiç eğitilmeseler belki daha iyi olurdu. Bunca bilinç bozukluğu için, bunca ahlak bozukluğu için eğitim şart mıydı? Öyle ya, eğitilerek buraya geldik, eğitilmeseydik daha kötü bir duruma mı düşecektik? Kötü ya da yanlış eğitilmek hiç eğitilmemekten daha verimli değildir. Felsefenin tümüyle hiçe indirgendiği bir toplumda, insanların yaşamla ilgili temel kavramlardan habersiz oldukları bir toplumda doğru düşünebilmek olası mıdır? Henüz tarih bilincinin oluşmadığı bir toplumda, kısacası hemen hemen herkesin gündelik bilinçle yani dolma yapma, otomobil sürme, yemek yeme, cinsel ilişkiye girme, para kazanma, devrilip yatma, onun bunun cebine göz dikme bilinciyle yaşadığı bir toplumda düşüncenin iyi durumda olduğunu düşünebilir misiniz? Siz evet deseniz de dostlarım ben diyemiyorum.

Felsefi yaşamımızdaki sefaletin kökeninde uzun yüzyıllar boyu düşünmeyi hiç sevmemiş, becerememiş, ciddiye almamış ve hatta zararlı görmüş bir toplumun çocukları olmamız yatıyor. Felsefeyi ciddiye almadığımız gibi tehlikeli de saydık. Kurulu düzenler onun gerçek yüzünden hiç hoşlanmadılar. Böylece gerçek felsefeyle değil de felsefe gibi görünen felsefeyle yetinmenin getirdiği boşlukları ve gariplikleri yaşadık. Gölgesinden ürken aydınımız, çalışmayla da arası pek iyi olmayan aydınımız dünyanın en çok emek isteyen bir bilgi alanında uğraşmanın üç günlük ömre zarar olduğunu düşündü. İnsanlığın geleceği adına kendini tehlikeye atan insanların başına neler geldiğini de çok iyi biliyordu. Deha diye belirlediğimiz insanlar bütün zamanlarını iyilikler, doğruluklar ve güzellikler için harcamışlardı, bundan bir şey kazanamadıkları gibi yalnız kendi yaşamlarını değil çoluk çocuğun yaşamlarını da zehir etmişlerdi.

Yetersiz bilinç ahlak bozukluğunun birinci koşuludur. İnsan doğruyu, iyiyi, güzeli bütün boyutlarıyla yaşayamadığı zaman her türlü kötülüğe eğilimli duruma girer. Böyle bir birey için kötülük dediğimiz şey kurnaz insanlara özgü bir yaşam koşuludur. Kötülük yalnızca adam öldürmekle, adam dolandırmakla, yalan söyleyerek çıkar elde etmekle, ırza geçmekle ilgili bir durum değildir. Kötülüğe benzemeyen kötülükler vardır, sorumsuzluk bunların başında gelir. Değerlerini tümüyle yitirmiş bir sefil adam insanların gözü önünde birini ha bire bıçaklarken o insanlardan biri bile kılını kıpırdatmıyorsa buna iyilik diyebilir misiniz? İnsanlar çöplüklerden yiyecek toplarken her türlü ilgisizliği, her türlü umursamazlığı özgürlük diye tanımlamanın kötülükten başka bir şey olduğunu düşünebilir misiniz? Yıllarını hiç kitap okumadan öylesine yaşamış, zamanı gündelik görevlerin dışında avareliklerle geçirmiş bir insanın dünyasını iyilikle mi kötülükle mi bağdaştırırsınız?

Ne yapıp yapıp felsefeye dönmek gerekiyor. Felsefenin yaratacağı insanı önce kendi varlığımızda gerçekleştirmemiz sonra da örnek insan olarak topluma katılmamız gerekiyor. Epiktetos öğrencilerinin okulda çok uzun zaman takılıp kalmalarını hoşgörmez, onların örnek insanlar olarak halkın arasına karışmalarını, felsefenin yarattığı insanı başkalarına göstermelerini istermiş. Dostoyevski’nin Staretz Zosima’sı da ölmeden az önce Alyoşa’ya benzer bir öneride bulunur: manastırdan çık ve olgun kişiliğinle halkın arasına karış.

Afşar Timuçin

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir